"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Önceliğimiz, keyfî rejimden kurtulmak

28 Mart 2024, Perşembe
Türkiye’nin problemi “keyfî rejim”den kurtulmaktır; siyasetin gerçek zeminine oturması buna bağlıdır. Ben bu “keyfî rejim”e itirazın minimum yüzde 60’ların üzerinde olduğu kanaatindeyim. Bize düşen vazife, bunu azami düzeyde sandığa yansıtabilmek.

BAŞKENT SOHBETLERİ - 2
CEVHER İLHAN - MEHMET KARA - MUHAMMET ÖRTLEK

Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal Yeni Asya’ya konuştu:

Dünden Devam...

Yani Yezid’in dişi deveye “erkek deve” dedirtmesi gibi...

Aslında Türkiye’deki siyaset, tam bir “Emevi siyaseti.” Türkiye’nin hali, sizin hatırlattığınız; “varın gidin, Hz. Hüseyin’e söyleyin, ‘Yezid’in dişi deveye erkek deve diyen on bin adamı var” meselesinde olduğu gibi. Ama netice itibariyle hakikat değişmez, mutlaka bir gün ortaya çıkar…

“Seçtiğimiz bir takım genel başkanlardan bakanlara, vekillere kadar, ganimetten pay alalım diyerek iktidarın safına geçenler var” diye bir hayıflanmanız var; bunu tasrih eder misiniz?

Biz “Uhud okçuları” gibi durduğumuz yerde duruyoruz. Ganimet almak için sahaya inenler, yolunu şaşıranlar, tercih yapanlar, savrulanlar oluyor maalesef. Şahıslar üzerinde bir değerlendirme yapmak istemem; gönlümüz ister ki bu geleneğin kendilerine bahşettikleri sıfatların gereği olarak, sadece partimizle değil millete karşı sadakat borcu dolayısıyla çıkıp hakikatleri konuşsunlar sadece. Necip Fazıl’ın şiirindeki gibi “Durun kalabalıklar, burası çıkmaz sokak!” diyebilmek lazım.

Bugün Türkiye’de devlet umuru - siyaset umuru görmüş insanlar, toplumun rızâsını gözetmesi gereken geniş kabulü olan insanlar, sadece siyaset yaptıkları alandaki kitlelerin değil, onun dışında da ortak maşeri vicdana hitap edecek insanlar, bugün konuşmayacaklar, ne zaman konuşacaklar? 

Türkiye’de adı konmamış bir buhran döneminde, değer yargıları bilerek ve istenilerek altüst olmuş. Dezenformasyon bültenlerine dönüşmüş yayınlarla, modern despotik rejimlerin usulleriyle, temel hak ve hürriyetlerin kısıtlandığı, medyanın ele geçirildiği, yargının siyasallaştırıldığı bir düzende seçim makinesine dönüştürülmüş, parti devletine dönüşmüş aparatlarla Türkiye’de bir siyaset yapılmaya çalışılıyor. Devlet partileşmiş, parti devletleşmiş…

Bu hususta  “azıcık ağır utanma duygusu, bir tek düzeltmesi, bir tek özrü bile yok bunların. Demokratik bir savunması, nedâmeti de yok” ifadelerinizi açıklar mısınız?

Gerçekten sanki Türkiye’de olan bitenden hiçbir sorumlulukları yok, “nas” diyerek faizi ilmin, bilimin, matematiğin açıklayamayacağı şekilde düşüreceğiz” diye faizleri kat kat yükselttiler. Bu ülkede aklıselim sahibi hiçbir kimsenin “daha yüksek faiz verelim” diye bir derdi olmaz. Biz de gönlümüz ister ki Türkiye bu faiz belâsından kurtulsun ve faiz en düşük seviyelerine düşsün. Ama Türkiye’nin tasarruf açığı, yatırım açığı, kamu açığı varken, kaynakları kötü kamu kaynaklarını kötü kullanırken, neticesinin çıktısı belli. 

Türkiye verimliliğini arttıramamış, ekonomik niteliksel dönüşümü yapamamış. Hayallerinde hangi plân, program, proje vardı da Türkiye’de uygulayamadılar? Anayasayı değiştirecek güçleri vardı. Önlerinde bir politikayı uygulamaya hiçbir engel yok. Ama Türkiye’nin önüne koyacakları bir ufuk yok. Kirli kaynaklarla siyaseti finanse etmekten başka bildikleri birşey yok.

DP Mayıs seçimlerinden sonra “millet ittifakı” taahhüdünüzü, duruşunuzu muhâfaza etti. Bu süreçte “demokrasi, birlikteliği oluşturmanın, hukuk zemininde demokrasiyi inşa etmenin, her şeye rağmen yüzde 48’i büyütmenin önemi”ni vurguluyorsunuz. “Demokratik parlamenter sistem” iddianız devam ediyor. Tabii DP’nin de belirli yerlerde adayları var. Ancak partinin Ankara ve İstanbul kararı var. Bunları tavzih eder misiniz?

Biz 28 Mayıs akşamı Cumhuriyet Halk Partisi genel merkezinde altı genel başkan olarak bir değerlendirme yaparken ifade ettik. Bunu farklı vesilelerle kamuoyuyla da paylaştık. Her şeye rağmen bu ülkede işleyen demokrasiden, işleyen hukuktan, fırsat eşitliğinden yana iradeyi yüzde 48 ile birlikte koymuşuz. Aslında bu çok daha fazla. Ben bu “keyfi rejim”e itirazın minimum yüzde 60’ların üzerinde olduğu kanaatindeyim. Bize düşen vazife, bunu azami düzeyde sandığa yansıtabilmekti. Bu açıdan hep yüzde 48’i pamuklara sarmak lazım ve bu irâdeyi büyütmek lazım. Neticede siyasi partiler, toplumun önüne bunu azami noktada sandığa yansıtacak enstrümanları, usülleri, adayları, stratejileri koyabilmelidir. Biz durduğumuz noktada, milletin vicdan hizasında duruyoruz. Adı da mümeyyiz olarak demokrasi olan, demokratlık olan bir hareket olan Demokrat Parti’nin temel vasfı budur. 

İstanbul ve Ankara seçimleri bir anlamda demokrasinin direnç noktaları olduğundan milletimizin bu mânâda beklentisini de karşılayabilmek adına değerlendirme yaptık. Böyle bir stratejik karar verdik. Ankara’da, İstanbul’da, bugün Sayın Yavaş ve İmamoğlu’nun aday oldukları partiyi de aşan, hatta kendi varlıklarını da aşan Türkiye’nin bir konjonktürü var. Biz o toplumsal irâdenin akıl ve vicdan hizasında, demokratik birliktelikte, doğru demokratik hizada durmaya gayret gösteriyoruz. Değerlendirmemiz o istikamette.

Elbette siyasi partiler varlık sebebi, kendi mücadelelerini vermelidir. DP olarak biz de sahada azâmi gücümüzü ortaya koymaya çalışıyoruz. Her siyasi parti elbette kendi azami kârına, kazancına bakacaktır, başarılılığına bakacaktır. Ama biz neticede demokratik birliktelik esası üzerindeyiz. 

Sizin “Türkiye’de siyaset iki ana aks üzerinden şekillenmiş, kutuplaşmanın içinde. Biri “AKP-MHP kulvarı”ndaki “tek kişilik rejim”, diğeri “millet ittifakı”yla sahaya çıkan “demokratik parlamenter rejim.” Bunu esas alan siyaset, başat aktörlerin etrafında kümeleniyor” bir târifiniz var. Bunun fikri arka plânını açıklar mısınız? 

Türkiye’de siyaset kutuplaşmayla “dikey kimlik sahaları”na bölünmüş. Mâkul çoğunluğun alanı daraltılmış. Başat siyasi aktörler de bu dikey kimlik sahalarının temsilcileri. Bu “kimlik siyaseti” kutuplaşması siyaseti “mahalle siyaseti”ne hapsediyor. Mâkuliyetini yitirmiş, siyahla beyaz arasında sıkışmış bir tahterevalli siyaset yürüyor. Türkiye’de sahipsiz en büyük çoğunluk, mâkul çoğunluktur. DP olarak hedefimiz dünden bugüne varlığımız, Türkiye’yi normalleştirmek, o mâkul ortak paylarının etrafında bir araya getirmektir. Elbette Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı hukuksuzluklar, usulsüzlükler hepimizi bu manada dörtte dört oranında fikir uyuştuğumuz değil, ortak paydaları da en geniş mânâda oluşturabilmeyi, bir araya gelmeyi zorunlu kılıyor. Zira Türkiye’nin problemi “keyfi rejim”den kurtulmaktır; siyasetin gerçek zeminine oturması buna bağlıdır. Ancak siyasetin kulvarına oturmasının, Türkiye’nin bu kilidi açabilmesinin yegâne yolu bellidir. O da Demokrat Parti olarak üzerinde bulunduğumuz merkez sağ, makul sağ alanda milletin adına kuvvetli bir sesle temsil edebilmektir. Ben bu yerel seçimlerin öyle ya da böyle, bu manada üstümüzdeki bu karabasan gibi çökmüş örtüyü atabilmek, kapıyı aralayabilmek adına bir fırsat vereceği kanaatindeyim. Bunun bir yolu açılacaktır inşallah.

Bu sahaya nasıl yansımayacak?

Aslında bu seçim, arka arkaya yapılan önceki seçimlerin bir merhalesi. Meseleye bir bütün olarak bakmak lazım. 16 Nisan 2017 referandumuna, 2018 seçimlerine, 2019 seçimlerine, 14-28 Mayıs Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerine bir bütün olarak bakmak lazım. Ama bir yanda da kamplar halinde rekabetler, diğer yanda da kampların içinde partiler arasında rekabet var. Tabii yaşadığımız süreç partiler açısından biraz yorgunluk, ilişki yorgunluğu getirmedi de değil. Başarıya kilitlenip o mânâda bir hedefe ulaşamayınca ister istemez bir takım sorgulamalar da yapılır.

Her siyasi parti kendi demokratik olgunluğu, prensipleri, anlayışı çerçevesinde bu değerlendirmeyi yapar. Biz durduğumuz noktada yaptığımız değerlendirmeler genel seçimde de asla ve kat’a bir beklenti içerisine düşmeden başat siyasi aktörlerin Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı ve 94 yılında yerelden iktidara yürümüş bu hareket karşısında direnç noktalarını korumaya; iki daha fazlasını kazanabilmek adına irâde konabilmeye çalıştık, çalışıyoruz. Ama tabi şu da haklı bir gerekçedir ki her siyasi partinin kendi tercihidir, kimseyi mecbur edemeyiz. Ancak Türkiye’nin temel problemi değişmemiştir; temel problem, bu “keyfi rejim”den kurtulmaktır. İktidarın çeperinde bulunduğu “cumhur ittifakı” çerçevesinde de bir takım farklı bölünmeler var. Hüda-Par’dan başlayarak çeperindeki siyasi partilerin oyunu alabilmek hesâbıyla zaman zaman İmralı’ya, Kandil’e selam çakıyorlar. İktidar için yakınlarda Ankara’da bir ilçe belediye başkanı adayının açıklamalarının hedefi bu değil miydi? Bir yandan muhalefeti DEM partiyle iş birliği yapacak diye itham edeceksiniz, öbür tarafta kendi adaylarınız, kendi mensuplarınız, DEM’in kendilerini desteklediğinden dem vuracaklar. Bu bildiğimiz Tayyip Erdoğan’ın klasik oyunudur. Yani Türkiye’de PKK ile işbirliği yapma imtiyazı sayın Erdoğan’dadır. Her şeyin imtiyazı onun olduğu gibi…

Her alanda çöküşe rağmen iktidar partisi hâlâ oy alabiliyor. Toplumun muhâkeme-i akliyesinin bu denli kapanmasına ne dersiniz?

Türkiye bir günde bu noktaya gelmedi, Türkiye maalesef yakalandı. Altında kaynayan pek çok dinamik var. Türkiye’de iktisadi altyapı değişti. Köy-kent dengesi değişti. İletişime erişim, ulaşıma erişim, dünyamız değişti. Sınırlı hızla değişen bir Türkiye’den çok hızla değişen bir Türkiye’ye geldik. Din ve milliyetçilik, kuşatıcı kapsayıcılığıyla siyasette başka bir enstrümana dönüştü. Bir manipülasyon ve suistimal amacına hizmet eder hale getirildi. Yerleşik yapılar, sistemin merkezi çökünce, yüzde 10 barajı da burada bir engel teşkil etti. Türkiye’nin bir demokratik dengelenmeyi sağlayacak imkânları operasyonlarla elinden alındı.

Türkiye’nin keşke sağlıklı bir burjuvazisi olsaydı, sağlıklı bir işleyen basını olsaydı; özelliklerini kaybetmemiş ilim erbabı olsaydı. Kendi sıfatlarını iktidara ciro etmiş, ortalıkta “profesör” diye televizyonlarda arz-ı endam eden, dün söylediklerini bugün inkâr eden, operasyonel kiralama mantığıyla iktidarın aparatı haline gelmiş “ilim erbabı” olmasaydı bu çöküş olmazdı. 

Hal böyle olunca Türkiye’deki çöküş bir günün eseri değil. O açıdan bu tür dönemlerde Osmanlı “fetret dönemi” demiş, Türkiye’nin ise “buhran dönemi.” Bu yüzden kurumlar, değerler, hiyerarşi alt üst olmuş Türkiye’de. Bizim geleneğimiz şerefi için siyaset yapmış. Bugün siyaset yapanlar makam - menfaat için siyaset yapar hale gelmiş. Ve siyasette kirli kaynağın o kadar çok belirleyici hale geldiği süreçte bir temsil krizi var. Milletin yetki verdiği milletvekillerinin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde her gün milletin aleyhine, genel kamu yararı aleyhine, küçük dar bir zümrenin lehine düzenlemeler yapan, vergiler koyan, kimilerinin vergilerini affeden düzenlemeler yapan hale gelmiş. En nihayetinde vicdanlar ortaktır. Uzun süre insanları kandıramazsınız. Ama yoksullaştırılmış, irâdesi felç edilmiş, sosyal yardımlarla siyasi sadakat satın alınmaya çalışılan kitleler var. “Ahbap-çavuş düzeni”nde bu mekânizmaya monte edilmiş kitleler var. Ve bir propaganda makinesiyle TRT’den Anadolu Ajansı’na, RTÜK’ten Basın İlân Kurumu’na, Türkiye’de iktidarın sadakat ve saadet zinciri dışında kalan, herkesi cezâlandıran bir mekânizma var. Bugün bu mekânizmanın içerisinde nefes alıp veriyoruz, demokratik bir rekabeti sürdürmeye çalışıyoruz.

Son olarak, kamuoyuna, Yeni Asya câmiasına mesajınızı alabilir miyiz?

Demokrasiye ve ülkeye inancımız tamdır. Her zaman ümidimizi koruyacağız ama ümidimizin önüne gayreti koymak lazım. Yeni Asya câmiası da demokrasi fikrini, hürriyet fikrini, meşveret fikrini, hukuk devleti fikrini, üzerine hiçbir şerh düşmeden, şart koşmadan benimsemiş, içselleştirmiş bir câmia. Bu mânâda geleneğimize hasbi destek ve duâlarını her zaman hissediyoruz, biliyoruz. O açıdan kara gün kararıp kalmaz. Neticede demokrasi mücadelesini yarına taşımakla mesulüz. Bundandır ki bu yerel seçimler de önemli. Biz yine bildiğimiz doğru çizgide, hakikatin çizgisinde sebatla mükellefiz. Neyzen Tevfik’in güzel bir sözü var, diyor ki “bozuk düzende, doğruyu ihbar etmektir bizim vazifemiz”. Bizim de vazifemiz bu…

Çok teşekkür ederiz.

Biz çok teşekkür ederiz. Bu vesileyle hem sizlerin, hem Yeni Asya okuyucularının Ramazanını, Kadir gecesini ve Bayramını tebrik ederiz. 

Okunma Sayısı: 2230
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı